Bazı Kurumlar Yeni Nesil Zihniyete ve Dinamiklere Neden Hazır Değil?

Kurumsal Kaşif Serisi-3: Kurumların inovasyonun gerçek doğasına neden direnç gösterdiğini anlamak üzerine bir değerlendirme.
Bazı Kurumlar Yeni Nesil Zihniyete ve Dinamiklere Neden Hazır Değil?

Bugün birçok kurum inovasyondan söz ediyor. Strateji belgelerinde “değişim” kelimesi sıkça geçiyor, inovasyon departmanları kuruluyor, hackathon’lar düzenleniyor. Ancak bu çabaların birçoğu, inovasyonun biçimini taklit ederken, ruhuna yabancı kalıyor. Gerçek bir inovasyon kültürü, yapısal olarak hata yapabilmeyi, deney yapabilmeyi, sonuç almayı değil bazen sadece öğrenebilmeyi değerli kılar.

Ne yazık ki kurumlar hâlâ hata yapmaktan değil, hata yapmış görünmekten korkuyorlar. Bu korku da inovasyonun doğasını sakatlıyor. Çünkü inovasyon ve hatta girişimcilik, sadece parlak fikirlerin değil, aynı zamanda başarısızlıkların da profesyonelce yönetildiği bir zemine ihtiyaç duyar.

Kurumsal dünya herkes inovasyon istiyor ama kimse terlemek istemiyor. Yeni fikirler, yeni pazarlar, yeni iş modelleri… Bunların tümü büyük bir iştahla sahiplenilmek isteniyor ama yalnızca son çıktısı. Süreçleriyle değil. Sanki bir sabah e-posta yoluyla inovasyon geleceklermiş gibi bekleniyor. Fakat o sabahın gecesini yaşamaya gönüllü olanların sayısı, kurum içinde hep az oluyor. Çünkü inovasyon, sadece niyetle değil, terle, belirsizlikle, dirençle ve kuralların dışında düşünmeyle gelir. Ve bu da herkesin konfor alanına sığmaz.

Gömlek dar geliyor.

Kurumlar, doğaları gereği keşfetmekten çok korumaya programlıdır. Bu onları sürdürülebilir kılar, ama aynı zamanda çoğu zaman sıradanlaştırır. Kontrol etmeyi, raporlamayı, önceden kestirmeyi ve mümkünse hatasız ilerlemeyi değerli sayarlar. Bu, risk yönetimi açısından anlaşılabilir; fakat keşif ve yenilik için neredeyse ters yönlü bir refleks sistemidir. İnovasyon ise tam da bu konfor reflekslerinin dışına taşmayı gerektirir. Kimin ne yapacağı net olmayan bir süreci, kimsenin elini kaldırmadığı bir fikri, zaman çizelgesine oturmayan bir ilerlemeyi taşıyabilmek… İşte bu, kaşif ruhunun sorumluluğudur. Kurumlar o yüzden Kurumsal Kaşiflere ihtiyaç duyar. Ama işin ironisi şudur: Kaşiflerin en çok ihtiyaç duyulduğu yerler, onların en az yaşatılabildiği yerlerdir.

Kurumsal kaşif olmak istemekle olunmaz; bu, zihinsel bir kondisyon meselesidir. Herkes bu role aday olabilir ama çok azı o rolü kaldırabilir. Kurumsal Kaşiflik bir terfi değil, bir taşıma meselesidir. Girişimcilik kasına sahip olmak yalnızca özgüven değil, aynı zamanda çok boyutlu bir problem çözme enerjisi ister. Bu insanlar yalnızca fikir üretmezler; sistemin içinde hangi fikirlerin yaşam alanı bulabileceğini sezer, görünmez dirençleri hisseder, bir fikrin karşılaşacağı kurumsal bürokrasiyi sezgisel olarak öngörürler.

Onlar için fikir tek başına bir değer değildir. Fikrin içinde büyüyebileceği ortamın kurgusu, aynı derecede kıymetlidir. Ve o ortam çoğu zaman yoktur. Çünkü bu insanlar, konforlu ofis sandalyesinde değil, belirsizliğin ortasında karar almayı sever. Hazır bütçelerin, onay süreçlerinin, geçmiş verilerin güvenli sularında yüzmektense; veri eksikliğiyle, yapısal boşlukla ve bazen yalnızlıkla mücadele etmeyi seçerler. Onların doğal habitatı; tanıdık görev tanımlarının dışında, departman sınırlarının ötesinde, çoğu zaman "yeni kurallar" icat etmeyi gerektiren bölgelerdir.

İşte bu yüzden Kurumsal Kaşiflik, bir kariyer rotası değil, bir zihinsel kondisyon meselesidir. Yorgunluk verir ama yıpratmaz; yıpratmaz ama yalnızlaştırır.

Ve yalnız kalma pahasına devam edenlerdir aslında kurumların geleceğini taşıyanlar.