Hikaye
Benim hikâyem, içimde hiç susmayan merak duygusuyla başlayan, sürekli yeni cepheler açtığım kişisel bir meydan okuma. Dadaşlar diyarı olarak anılan Erzurum doğumluyum (1994). Henüz üç-dört yaşından itibaren hikâyemi şekillendiren çocukluğum Efeler diyarı Ege'nin sıcaklığında, İzmir ve Uşak'ta geçti. Üniversiteyle daha da renklenen gençliğim ise tarihine ve izlerine aşık olduğum Anadolu'da devam etti.

Eskilerin söylemlerinde sık sık geçen kalem ve kılıç ikilemesi, benim hayatımda birbirini tamamlayan, birbirine üstünlük sağlamayan iki eşsiz güçtür. Kalemin bilgeliği ve kılıcın keskin cesareti, kararlarımı şekillendirirken dengemi bulmamı sağlar. Daha küçükken oyuncakları kurcalar, haritalar üzerinde askerlerimi ilerletir, kompakt yapılardan yeni dünyalar kurardım. Belki hayatı sürekli söküp yeniden tasarlama tutkumun temeli de o zamanlara dayanıyor.
Profesyonel yolculuğum boyunca birbirinden farklı disiplinlerde pek çok deneyim kazandım. Dijital ürünler geliştirdim, markaların kimliklerini şekillendirdim, stratejiler oluşturdum ve girişimlerin büyümesine yön verdim. Kurumların içindeki potansiyeli keşfedip açığa çıkarmaya, topluluklar inşa etmeye ve yaratıcı süreçlere liderlik etmeye odaklandım. Bu yolculukta farklı sektörlerden, farklı bakış açılarından çok şey öğrendim ve öğrendiklerimi sürekli daha iyiye ulaşmak için kullandım. Glokallikten bir gün olsun uzak durmadım. Bugün deneyimlerim, karmaşık problemleri anlamlandırmama, farklı disiplinleri harmanlayarak yenilikçi çözümler üretmeme ve anlamlı projeleri hayata geçirmeme yardımcı oluyor. "Pürüzlü mükemmeliyetçi" olduğum söylenir—detaylara saplanmam ama mükemmele yakın olmadan da içim rahat etmez.

Süper gücüm, paralel çizgileri kesiştirmek—entegrasyonu imkânsız görünen şeyleri buluşturmaktır. Bunu yaparken de Tony Stark gibi biraz ukala olabilirim; sonuçta mütevazılık, hak edilmediğinde israftan ibarettir. İnsanların beni sevip sevmemesi benim için pek önemli değildir; saygıyı daha değerli bulurum. Sun Tzu'nun Savaş Sanatı'nı entelektüel bir öğreti olarak değil, hayatımın her alanına kanalize ettiğim felsefi bir alametifarika olarak benimsedim.
Kültürü ve geçmişi, duvara asılan eski bir fotoğraf gibi değil; bugünümü şekillendiren ve geleceği inşa etmek için ilham aldığım canlı kaynaklar olarak görüyorum. Büyük Selçuklu'nun askeriyeye, bilime ve sanata verdiği önem, Mustafa Kemal'in cesareti ve ilerigörüşlülüğü, 57. Alay'ın fedakârlığı benim karakterimin yapı taşlarıdır. Köklerime sıkı sıkıya bağlı biriyim çünkü onların beni ben yaptığını biliyorum. Politik duruşlardan uzak dururum; apolitik değilim, sadece siyaset üstü yaşamayı tercih ederim.

Eğer zihnime biraz daha stres yüklemek istersem tabii ki de Beşiktaş maçı izlerim. Zihnimi sıfırlamak için hayatı rekabetin, hızın ve dinamizmin tadıyla yaşarım. Bir Beşiktaş maçında gol sevinci yaşadığım an, Formula 1 pistlerinde tur sürelerini takip ettiğim saniyeler ya da NBA finallerinde son saniye basketini izlediğim dakikalar benim için saf tutku ve heyecandır. Ayrton Senna'nın hız tutkusu, Niki Lauda'nın cesur zekâsı, Lewis Hamilton'ın mükemmeliyetçiliği ve LeBron James'in meydan okumaları, bana hayatın nasıl yaşanması gerektiğini hatırlatan hikâyelerdir.

Rekabet tutkumu başka bir alana da taşırım: Bilgisayar oyunlarına küçük yaşlardan beri tutkunum. Nam-ı diğer Sir Uncle olarak Taktiksel Aksiyon, Strateji, Simülasyon, Yönetim, Fantastik Dünyalar, Yarış ve Spor kategorilerindeki FPS, TBS, RTS vb. pek çok türdeki oyunu büyük bir titizlikle oynarım. Eşimle ise konsolda co-op oyunları oynarken didişmeye bayılırım. Tabiki benim için tüm zamanların vazgeçilmezi Assassin’s Creed serisidir.

Başka bir çeşit gezgin ruhum vardır; ülkemizin güzel coğrafyasına ek olarak dünyayı dolaşmayı ve farklı kültürlere dokunmayı çok severim ama itiraf etmem de gerekir ki seyahatlerimin doruk noktası, eve döndüğümde "canım evim, iyi ki ev" dediğim o eşsiz histir. İsviçre Alpleri'nin eşsiz havası, Kapadokya’nın benzersiz atmosferi ve İstanbul'un ihtişamı benim için kişisel bir tutku, sürekli dönmek istediğim bir yerdir. Ara sıra doğa gezilerine çıkar, Lego parçalarını birleştirir ya da yeni teknolojileri kurcalayarak tatlı belalar açarım başıma. Teknoloji benim için bir tutku, bazen de başımı belaya sokan tatlı bir bağımlılıktır. Yeni çıkan ne varsa hemen sahip olmak, deneyimlemek isterim. Bu yüzden ailemden ve eşimden bolca fırça yemişliğim vardır.
Ama beni asıl var eden şey insanlarla kurduğum bağ. İnsanları bir araya getirmek, birlikte anlamlar üretmek ve dostluklar kurmak, benim yaşam biçimim. Dostlarımla birlikte bir şeyler yapmak, birlikte öğrenmek ve inşa etmek en büyük mutluluklarımdan biri. Arkadaş kavramına "arka-taş" anlamıyla yaklaşırım; onları kendimce korur, gözetir ve iç dünyamda hep yanımda taşırım. Evde ise "O"nun hayat arkadaşı, Sherlock’un babasıyım. Aycan'ım, ailem ve arkadaşlarım dünyadaki tüm hikâyelerden daha kıymetlidir benim için. Birlikte geçirdiğimiz zamanlar, hayatımı anlamlı kılan en önemli şeylerin başında gelir.
Özetle; yaklaşık 7 yıldır neredeyse istisnasız olarak her günümün açılışı olan bu şarkıda da söylediği gibi:
en önemli şey aşk onu doya doya yaşa, bu bir.
ne yapmayı sevdiğini bul
ve sonra o sevdiğin şeyi yapabiliyormusun ona bak.
yapmıyorsan boşuna enerjini tüketme, yapabilenler yapsın.
yapıyorsan, dünyanın en şanslı insanlarından birisin,
dilini ısır kimseye söyleme.
sevdiğin insanlar bul, işlerini onlarla yapmanın yollarına bak.
hayat yap, et, çalış, başarla geçiyor.
ve bu maroton çok sevdiklerinle geçerse
iş yapmamış sürekli aşk yapmış olursun.
bi kaç kişinin elini sıkı sıkı tut, onların dertleriyle dertlen,
mutluluklarıyla uç, dediklerine kulak ver, onları kaybetme.
herşey değiştiğinde senin en orjinal halini bilip sevenlere ihtiyacın olacak.

