
İnsanların düşüşü, tırmanışından çok daha hızlı oluyor. Ufak bir olumsuzluk, beklenmedik bir söz, yarım kalmış bir beklenti… ve aniden başlıyor o iniş. Önce şokla duraklıyorlar. Sonra inkâr geliyor; “Yok canım, öyle değildir” diye diye gerçeğin etrafında dolanıyorlar. Ardından panik başlıyor; zihinleri dağılıyor, dikkati toparlanmıyor. Ve bir bakmışsın duygusal çöküş başlamış. Kendilerini değersiz hissettikleri, hiçbir işe yaramadıklarını düşündükleri o dipsiz kuyuda buluyorlar. Depresyon dediğimiz o karanlık bataklık, ayak bileklerinden çekip aşağıya indiriyor onları.
Aslında burası, değişimin en kritik eşiği. Buradan sonra ya karar verip hayatlarını değiştirecekler ya da o çukurda kalacaklar. Ama işin acı tarafı şu: İnsanlar bu noktada karar vermeyi beceremiyor. Karar verseler bile, gerçekten dönüşmek yerine öfkelerini, kırgınlıklarını besliyorlar. “Bir daha asla” dedikleri şeyler gelişim değil, intikam planına dönüşüyor. “Bunun hesabı sorulacak” zihniyeti, onları değiştirmek yerine daha da sertleştiriyor.
Benim yaptığım işlerde bu nokta çok önemli. Çünkü projelerimde, girişimlerimde ya da üzerinde çalıştığım sistemlerde değişim, lüks değil; zorunluluk. Gerçekten fark yaratacak bir şey inşa etmek istiyorsam, önce insanların zihninde değişim başlatmam gerekiyor. Ama karşıma çıkan tablo hep aynı: Kendi içindeki öfkesini bırakmayan, geçmişin hesabını zihninde kapatamayan kimse dönüşemiyor. Kendi iç savaşını bitiremeyen, kolektif bir dönüşüme de adım atamıyor. Gerçi insanlar alışkanlıklarını ya da alışkanlığa dönüşmüş ilk halkasındaki değerli insanları da bırak(a)madığı için de bu adamı atamıyor. Klasik "hayır" diyememe hastalığımızın başka versiyonu.
Bunun en yorucu yanı, dönüşümü engelleyen şeyin dış koşullar değil, tamamen kişinin kendi zihni olması. Hırslar, kıskançlıklar, gurur yaraları… Hepsi birer zincir gibi insanı yerinde tutuyor. Ve ne kadar potansiyeli olursa olsun, o zincirleri kırmadan kimse yeni bir yere varamıyor. İşte tam da bu yüzden, birçok kişi düşüşü çok kolay yaşıyor ama dönüşümü asla başaramıyor.
Yine de uğraşıyorum. Çünkü biliyorum ki değişmeyi başaran bir kişi, çevresindeki on kişiyi etkileyebilir. Bir kişinin dönüşümü, dalga dalga yayılabilir. Ama o ilk dalgayı yaratacak cesaret olmadan hiçbir şey değişmez. Sorun şu ki, çoğu kişi o cesareti “karar” anında gösteremiyor. Kendi zincirlerini kırmak yerine, zincirlerini parlatıp taşımaya devam ediyor.
Ben, insanların o karar anına gelip gerçekten yeni bir kapı açmalarını sağlamak için çalışıyorum. Zor olduğunu biliyorum. Herkesin değişebileceğine inandığım için değil; değişmeyi seçenlerin dünyayı değiştirebileceğini bildiğim için. Ama şunu da kabul etmek gerek: Değişim bir seçim. Ve o seçimi yapmayan için düşüşten çıkış, yalnızca bir ihtimal olarak kalıyor.