Mevzular

Kısa, hızlı ve filtresiz—tam olarak benim gibi.

On this page

Mevzu: Kuru Gürültüye İnat

0:00
/1:00

Bir başka severim 30 Ağustos'u (1922). Daha 26 Ağustos'u (1071) anarken hemen arkasından gelen başka bir şanlı hikaye olması sebebiyle. Anadolu’nun kapılarını açmaktan, o kapıları ebediyen mühürlemeye giden gururdan.

Bu satırları Halaskargazi'de okumamızı sağlayan Con Sinov'a sevgilerle...

2 Ekim 1922, Gazi Ankara’da. İstasyonda coşkulu bir kalabalık, “Gazi Çok Yaşa” pankartları ve halkın heyecanı. İşte tam o sırada Mustafa Kemal Paşa, yakınında duran İhsan’a dönerek tebessümle şunu söylüyor:

“Bak İhsan, sizin evde taarruzu bir haftada bitireceğim demiştim. Hesapta bir gün hata etmişim. Bu işi altı günde yapıverdik. Zararı yok. Böyle büyük işlerde bazen bu kadar hata olabilir.”

Bence biraz da nüktedanlık taşıyan bu sözlerde hem muzaffer bir komutanın vakarı hem de insani bir tevazu var. Bir milletin makûs talihini altı günde değiştiren bu irade, aslında hepimize şu mesajı veriyor: Büyük zaferler, en sade ve samimi kararlılıkla mümkün olur.

Bugün, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda, aynı samimiyet ve kararlılığa belki her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Çünkü ülke olarak farklılıklarımız çok, sorunlarımız da var… Ama unutmamalıyız ki o gün de farklılıklarımız vardı. O gün de zorluklarımız vardı. Ve yine de tek yürek olup bağımsızlık türküsünü söylemeyi başardık.

30 Ağustos sadece bir askeri zafer değil; “bir milletin bir araya geldiğinde neler yapabileceğinin” ispatıdır. Bugün de ihtiyacımız olan şey tam olarak bu: Omuz omuza, yanyana, aynı hedefe yürüyebilmek.

Paşa’nın Ankara’da halkın arasında yürüdüğü gibi, bugün de bu ülkenin geleceğini kuracak olan şey kürsülerden atılan nutuklar değil, sokaklarda, meydanlarda, iş yerlerinde, okullarda birbirimize duyduğumuz güven olacak. Bu güveni yeniden kurmanın yolu ise kim olduğumuzu hatırlamaktan geçiyor. Unutmamalıyız ki biz aynı kilimin farklı renk ve desenleriyiz; bizi güzel ve bütün yapan da bu. Adımız bir, anımız bir, acımız bir. Doğulusuyla batılısıyla, kuzeylisiyle güneylisiyle biz aynı dağın yeli, aynı suyun seliyiz. Farklılıklarımızı kaşıyarak bizi birbirimize yabancılaştırmaya çalışanların gürültüsüne inat, o kilimin ilmeklerinin ne kadar sağlam olduğunu, o dağın ne kadar heybetli olduğunu yürekten hissettiğimiz an, bu ülkenin geleceği işte o an daha sağlam olacak.

1000 yıldır bu topraklarda nice düşman yendik, nice pusuları bozduk, nice ihanetler gördük. Ama hep ayakta kaldık. Devletlerimizin adı geçmişten bugüne hep aynıydı. "Türk milletinin şerefli devleti". Bayrakları, rejimleri farklı olsa da Metehan'ın yönettiği de, Atatürk'ün kurduğu da. Hepsi aynı devlet, aynı iradeydi.

O yüzden bu bayramda sadece geçmişe bakmıyoruz; geleceğe de yemin ediyoruz. Birlikte olduğumuz, vatanla-bayrakla derdi olmayanlarla yol yürüdükçe… Devlet düşmanlarını göme göme ilerledikçe… Düşmanla, hainle masaya oturmadıkça hiçbir hesap hatasının önemi yok paşam. Çünkü biz, birlikte olduğumuzda yine altı günde dağları aşabiliriz.

Zafer Bayramımız kutlu olsun.

Mevzu: Sahte Değişim

0:00
/2:35
Sen hiç değişmemişsin de, biz çok değiştik paşam. Değerlerimizi sadece milli bayramlarda hatırlayıp, süslü nutuklar ve sosyal medya gönderileri ile geçiştiriyoruz.

Buruğum arkadaş.

Bir gün, "Fikirden İş Modeline" başlıklı girişimcilik atölyesi gerçekleştirdiğim derste, üniversiteli bir ekip şöyle bir fikir ortaya atmıştı: "Gündem ve haberleri filtreleyebileceğimiz bir sosyal medya eklentisi veya tamamen pozitif içerik sunan yeni bir haber uygulaması yapmak istiyoruz. Çünkü ülkeyle ilgili bazı şeyleri gördükçe modumuz düşüyor, ruh halimiz ciddi anlamda olumsuz etkileniyor."

Bugün bu fikir gerçeğe dönüşmüş olsaydı, hiç düşünmeden en üst özelliklere sahip premium paketini alırdım herhalde. 😄 Artık spor, toplum, sosyal hayat, politika, siyaset ya da ekonomi... Hangisini görsem canım sıkılıyor. İnanın iyi ve umutlu şeyleri yakalamak için de elimden geldiğince çabalıyorum, rastlamıyorum da değil varlar. Ama özellikle bugünlerde 'vatan'daş olarak bizim gördüğümüz ama içini bilmediğimiz "devlet meseleleri" ayrıca canımı sıkıyor. Gönülden diliyorum ve umuyorum ki; inşallah ne yaptığımızı biliyoruzdur.

Gelelim bugüne...

Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, sadece bir devlet şekli değil; aynı zamanda bir çağdaşlaşma, akıl ve bilim yolculuğunun adıdır. Ancak bugün dönüp baktığımızda, bu emanete sağcısıyla solcusuyla, iktidarıyla muhalefetiyle, tüm renklerimizle layık bir şekilde sahip çıkıp çıkamadığımızı sorgulamak zorundayız.

Paşam, 19 Mayıs 1919’da o köhne vapurla Samsun’a çıkarken sırtında bir ülke vardı. Şimdi o ülke hâlâ omuzlarımızda… ama biraz kambur, biraz yorgun, biraz da vurdumduymaz. Sen “bağımsızlık benim karakterimdir” demiştin, biz karakterimizi indirimli kampanyalara kaptırdık. Sen milletin onurunu şahlandırmak için yola çıktın, şimdilerde çoğumuz ise “bize ne ya” diyerek geri vitese taktık.

Sen gemiyi Samsun’a çekerken gözünü bile kırpmadın paşam. Biz ise şu konfor alanımızdan burnumuzu çıkaramıyoruz. Gerçi herkesin birbirini yanlış anlamaya ve etiketlemeye meyilli olduğu, bireysel özgürlüklerin sınırlandığı, düşüncelerin ve insanların baskı altında tutulduğu bir iklimde, senin “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” ülkünü kaçımız ne kadar yaşatabiliriz ki?

Ey Mustafa, umarım bir gün "güzel değiştik paşam" diyebiliriz sana.
Meclisin açıldığı günü çocuklara,
Mücadelenin başladığı günü gençlere,
Nutkunun son sözünü gelecek nesillere armağan etmek...
Hala umut var. Yolumuz açık paşam.

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun!